19 Nisan 2010 Pazartesi

Can

Sen bir cansın. Ne benden ne evrendeki herhangi bir varlıktan farklı olmayan, herkesin eşit, herkesin hür ve mutlak mutluluk içinde yüzdüğü bu alemde, bir cansın sen. Bir nefes…

Kötü zamanlar yaşıyorsun şimdi. Hayatın bir dönüm noktasında sanki. Öyle görüyorsun. Güçlü durmaya, değişiklikler ile baş etmeye, bir yandan da egonun çığlıklarına karşılık vermeye çalışıyorsun. Çırpınan, üzülen, yıpranan çocuk ruhun belki ağlamak istiyor. Korkuyor. Kızıyor, vesaire… Sana her ne oluyorsa bil ki bir özeti de benim kalbimde yaşanıyor.

Hasta olanlar kendilerine acınmasından hoşlanmazlar ya, sen de senin için endişelenmemi istemiyorsun. Hatta kendini bırakıp benim için korkuyorsun. “Endişelenme,” deyip duruyorsun bana. Ama can, ben endişelenmiyorum ki, ben kaygılanmıyorum ki, korkmuyorum ki… Benim canım acıyor sadece. Senin canın acıdıkça benimki de acıyor. “Bu benim meselem, senin neden canın yanıyor?” deme bana. Sen sanıyor musun ki biz aslında iki farklı insanız, ikimiz farklıyız?

Ben senim can… Sen de ben… Ve ikimiz de ayrı ayrı, bütün bu evren neyse oyuz.