5 Kasım 2010 Cuma

Yine geldi

O küçük kız yine geldi. Karanlıkta oturuyordum. Ne yapmam gerektiğini bilmeden... İçimde kırılmış bir ruh vardı sanki. Bir yetişkin olarak makul mantıklı çözümler arıyordum. Veya aradığımı sanıyordum. İşte tam o anda geldi. Baktım ki odanın kapısından beliriverdi. Ayakları çıplaktı. Saçları dağılmış, oynamış yorulmuş terlemiş belli ki. Kısa, beyaz, fırfırlı bir elbisesi vardı. Kara kocaman gözleri dolu dolu, dudağı bükülmüş bir halde, çıplak ayakları parkede şıp şıp ses çıkararak geldi. 5-6 yaşlarında olmalıydı. Ben ne zaman böyle hissetsem çıkıp geliyor. Beni kendi derdimi düşünmekten alıkoyuyor. Çünkü üzgünken geliyor bana. Aynı oğlum gibi gelip kucağıma çıkıyor teklifsiz. Azıcık soğuk ayaklarını karnına çekip oturuyor dizlerime. Öyle tatlı ve masum ki, git diyemiyorum.

Evet, bu gece de geldi bana. Ağlamaklı… Yumuşacık siyah saçlarını okşadım. Elimin sıcaklığını hissedince daha bir sokuldu.

-     Ne oldu canım sana? Neden üzüldün bu akşam? diye sordum.
-    Ona kızdım… dedi.
-    Kime? dedim.
-    Ona, oyun oynuyorduk.
-    E ne güzel, oyun oynuyormuşsunuz? Ne oldu da bu kadar üzüldün?
-    Benim kurallarımla oynamıyor!!!

Hoppala… Hırsa bak… Oyun oynuyorsunuz yahu, kuralı olur mu çocuk oyununun? Kuralları hep değişir, günden güne, adım adım, her dakika… İçimden “kimse senin kurallarına göre oynamak zorunda değil. Hele bir büyü, o zaman anlarsın” demek geçti. Ama bu sorunu daha da büyütürdü.

-         Peki onun kuralları eğlenceli değil mi? diye sordum onun yerine.
-         Hayır değil.

Ne diyeceğimi bilemedim.

-         Ama arkadaşın seni seviyor. Bazı kurallara göre veya değil, seninle zaman geçirmekten hoşlanıyor ve o hala orada seni bekliyor.
-         Ama beni sevseydi benim kurallarıma göre oynamayı kabul ederdi.
-         Peki neymiş senin kuralların?

Küçük kız duraladı. Bu kez gerçekten ağlamaya başladı. Sakinleştireceğim yerde daha çok ürkütmüştüm onu. Belli ki kurallarını bilmiyordu, ya da ifade edememişti. Arkadaşı gider diye, oyun biter diye kurallarını söylememiş, sonra da neden uymuyor diye sinirlenmişti belki. Göğsüme bastırdım. Saçlarını okşadım. Sırtını okşadım. Ona bu dünyada olabileceği en güvenli yerin benim kucağım olduğunu fısıldadım. “Sarıl bana ve sadece seni ne kadar çok sevdiğimi hisset. Sen çok değerlisin, çok güzel bir şeysin, çok özelsin. Benim canımsın.Bir tanemsin.” dedim. Küçük kız bir süre daha ağlamaya devam etti. Sonra içini çeke çeke sustu ve kucağımda uyuyakaldı. Onu bir süre kollarımda dinlendirdim. Uyandığında kendini daha iyi hissediyordu. Ona hiçbir şey söylemem gerekmedi aslında. Sadece ona sevgi ve güven dolu bir kucak verdim o kadar. Toparlamıştı. Yüzü gene ışıldıyordu. Bana dedi ki

-Ben oyunuma geri dönüyorum. Akılma komik bir şey geldi… Hemen ona söyleyeceğim…

Sonra atlaya zıplaya gitti. O gidince kendi kendime kaldım gene. 

Ben hiç kurallarımı tanımlamış mıydım?