17 Ocak 2011 Pazartesi

Arabada


Bütün gün onu izledim. Bugünü diğer günlerinden çok farklı görünmüyordu ilk bakışta. Ama onun üzerinde tuhaf bir sessizlik vardı. Gülmüyordu. Bir iki espiri yapacak oldu. Kendi kendine çığlık gibi kahkahalar attı. Keskin, yapay ve ironik… Sabahtan öğleye kadar neredeyse yerinden hiç kalkmadı. Yemeğe çıkmadı. Kahve molalarında kimseyle buluşmadı. Sessiz sedasız kaçar gibi paltosunu alıp dışarıya çıkıyor, 10 dakika geçmeden gene yavaşça gelip yerine oturuyordu. Masasında bir ışık yığını içinde duraksız çalışıyordu. Ne pencereden gelen güneş, ne ofisindeki gürültü onun yüzündeki ifadeyi değiştiremedi. Garip, gürültüye kızardı normalde. Çok sessizdi.

Sessizlik ona gizem veriyordu dışarıdan bakınca. Sessizliği gücünden geliyor diye düşündüm. İnsan gücü tükenirken de sessiz kalır aslında. Uzun aralıklarla kendince mola veriyordu sanırım. Önce elleri ile gözlerini kapıyor, sonra ellerini şakaklarına koyuyor, sonra da başının arkasını tutuyordu. Sonra ellerini boğazına indiriyor, ardından da iki elini göğsünün üzerinde bağlıyordu. Bir süre öyle kalıyor, sonra derin bir nefes alıp, kaldığı yerden devam ediyordu.

Gün boyu yüzü hiç gülmedi.

Akşam birlikte bindik arabaya. Gene sessizdi. Gözlerinde ifade yoktu. Bu hali beni ürkütüyordu, çünkü o bu durumla mücadele ederdi normalde. Kendini zorlar, gülümser, insanlar ile konuşur, sesini duyururdu. Bu kez bir fanusun içinde gibi, üstelik de orada olmayı kabullenmiş gibiydi.

Yolu ancak yarılamıştık. CD de ritm hızlandı. Ben de sessizliğine uymuş, hiç konuşmuyordum. Herkes ve her şey için neşeli olması gerektiğine inansak da, arada onun da sessiz kalmaya hakkı vardı ne de olsa. Birden bire bir çığlık attı. Arabayı o kullanıyordu. Çok korktum. Ama sesimi çıkaramadım. Ardından bir çığlık daha. O kadar güçlü ki, boğazı parçalanacak sandım. “Araba kullanıyorsun” diyebildim. Hiç yanıt vermedi. Bağrından kopan çığlıklarına devam etti. “Bu ne?” diye çığlık atıyordu. “Bu ne? Neden?”

İçimden bağırmaya devam etmesini istedim. Dursun istemiyordum. Bir şeyin tetiğine basmıştık. Ben sessiz kalarak onu destekliyordum aslında. Öksürükler içinde bağırdı bağırdı bağırdı. Ama araba kullanması hiç etkilenmiyordu. Yoldan dikkatini ayırmıyordu. Sanki bağıran başkası, o da gün boyu süren sessizliği ile araba kullanmaya devam ediyordu. Sanki bağıran bendim. O bağırdıkça benim içim boşalıyordu.

“Daha kaç akşam eve ağlayarak gideceğim?” demeye başladı. Baktım, gözlerinden, öfkeli yüzünden ip gibi yaşlar akıyordu. Ne gözlerini ne burnunu silmeden bağırmaya ve ağlamaya devam etti. Direksiyonu yumruklamaya başladı. Eli de acımıyor muydu? Acaba kenara çek desem mi? Hayır hiç rahatsız etmemek en iyisi. Bırakayım başladığı şeyi bitirsin.

“Ben değerliyim! Sevilmek desteklenmek benim doğuştan hakkım! Ben sevgiyi hak ediyorum! Duyuyor musun? Ben değerliyim!”

Hiç sormadım kime sesleniyorsun diye. Önemli olan seslenmesiydi. Yüreğini seslendirmesiydi. İnanarak biliyordum ki hak ediyordu sevilmeyi, değer verilmeyi. İçimden sadece “seni duyuyorum” diyebildim. Gariptir. Beni duymasa da, sakinleşmeye başladı. Yol bitmişti. Belki de mecburdu sakinleşmeye. Onu duyduğumuzu bilmeye ihtiyacı vardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder