13 Şubat 2011 Pazar

Ruin


Today there is no story. Today there is only a lovely quote… That’ s all!

'Maybe...you'll fall in love with me all over again.' 'Hell,' I said, 'I love you enough now. What do you want to do? Ruin me?' 'Yes. I want to ruin you.' 'Good,' I said. "That's what I want too.'

Ernest Hemingway

17 Ocak 2011 Pazartesi

Arabada


Bütün gün onu izledim. Bugünü diğer günlerinden çok farklı görünmüyordu ilk bakışta. Ama onun üzerinde tuhaf bir sessizlik vardı. Gülmüyordu. Bir iki espiri yapacak oldu. Kendi kendine çığlık gibi kahkahalar attı. Keskin, yapay ve ironik… Sabahtan öğleye kadar neredeyse yerinden hiç kalkmadı. Yemeğe çıkmadı. Kahve molalarında kimseyle buluşmadı. Sessiz sedasız kaçar gibi paltosunu alıp dışarıya çıkıyor, 10 dakika geçmeden gene yavaşça gelip yerine oturuyordu. Masasında bir ışık yığını içinde duraksız çalışıyordu. Ne pencereden gelen güneş, ne ofisindeki gürültü onun yüzündeki ifadeyi değiştiremedi. Garip, gürültüye kızardı normalde. Çok sessizdi.

Sessizlik ona gizem veriyordu dışarıdan bakınca. Sessizliği gücünden geliyor diye düşündüm. İnsan gücü tükenirken de sessiz kalır aslında. Uzun aralıklarla kendince mola veriyordu sanırım. Önce elleri ile gözlerini kapıyor, sonra ellerini şakaklarına koyuyor, sonra da başının arkasını tutuyordu. Sonra ellerini boğazına indiriyor, ardından da iki elini göğsünün üzerinde bağlıyordu. Bir süre öyle kalıyor, sonra derin bir nefes alıp, kaldığı yerden devam ediyordu.

Gün boyu yüzü hiç gülmedi.

Akşam birlikte bindik arabaya. Gene sessizdi. Gözlerinde ifade yoktu. Bu hali beni ürkütüyordu, çünkü o bu durumla mücadele ederdi normalde. Kendini zorlar, gülümser, insanlar ile konuşur, sesini duyururdu. Bu kez bir fanusun içinde gibi, üstelik de orada olmayı kabullenmiş gibiydi.

Yolu ancak yarılamıştık. CD de ritm hızlandı. Ben de sessizliğine uymuş, hiç konuşmuyordum. Herkes ve her şey için neşeli olması gerektiğine inansak da, arada onun da sessiz kalmaya hakkı vardı ne de olsa. Birden bire bir çığlık attı. Arabayı o kullanıyordu. Çok korktum. Ama sesimi çıkaramadım. Ardından bir çığlık daha. O kadar güçlü ki, boğazı parçalanacak sandım. “Araba kullanıyorsun” diyebildim. Hiç yanıt vermedi. Bağrından kopan çığlıklarına devam etti. “Bu ne?” diye çığlık atıyordu. “Bu ne? Neden?”

İçimden bağırmaya devam etmesini istedim. Dursun istemiyordum. Bir şeyin tetiğine basmıştık. Ben sessiz kalarak onu destekliyordum aslında. Öksürükler içinde bağırdı bağırdı bağırdı. Ama araba kullanması hiç etkilenmiyordu. Yoldan dikkatini ayırmıyordu. Sanki bağıran başkası, o da gün boyu süren sessizliği ile araba kullanmaya devam ediyordu. Sanki bağıran bendim. O bağırdıkça benim içim boşalıyordu.

“Daha kaç akşam eve ağlayarak gideceğim?” demeye başladı. Baktım, gözlerinden, öfkeli yüzünden ip gibi yaşlar akıyordu. Ne gözlerini ne burnunu silmeden bağırmaya ve ağlamaya devam etti. Direksiyonu yumruklamaya başladı. Eli de acımıyor muydu? Acaba kenara çek desem mi? Hayır hiç rahatsız etmemek en iyisi. Bırakayım başladığı şeyi bitirsin.

“Ben değerliyim! Sevilmek desteklenmek benim doğuştan hakkım! Ben sevgiyi hak ediyorum! Duyuyor musun? Ben değerliyim!”

Hiç sormadım kime sesleniyorsun diye. Önemli olan seslenmesiydi. Yüreğini seslendirmesiydi. İnanarak biliyordum ki hak ediyordu sevilmeyi, değer verilmeyi. İçimden sadece “seni duyuyorum” diyebildim. Gariptir. Beni duymasa da, sakinleşmeye başladı. Yol bitmişti. Belki de mecburdu sakinleşmeye. Onu duyduğumuzu bilmeye ihtiyacı vardı.

4 Ocak 2011 Salı

2011 hedefleri belli oldu


Bir kişisel dilek ve hedef listem var artık. 2011 yılında yapmak istediklerimi sıraladım. Hayatımda ilk defa yaptım bunu. Sanırım artık hep yapacağım. 2010 yılında neler oldu diye düşünmektense, 2011 yılında ne olmasını istiyorum konusuna odaklanmak daha iyi.

İnsanın kişisel dilek ve hedef listesini yapması çok zormuş. Sanırım hep başkaları ile ilgili dilek ve istekleri ön planda tutmuşum. Şimdi bunu değiştiriyorum. Önce kendim için, sonra da ben mutlu oldukça mutlu olacak onlarca insan için… J

Bugün yapmak istediklerimden bazıları ile ilgili sembolik adımlar attım. Bugüne sığdıramayacağım şeyler için de akşam güzel bir imgeleme yapacağım. Kendimde beğenmediğim negatif inanç ne varsa listeledim. Bu akşam sessizlikte bir bir değiştirme zamanı. Kendimle bir olma, kendimi sevme zamanı. Bugün ektiğim sevgi tohumları yarından itibaren filizlenmeye başladığında “evet haklıydım. Ben değiştim, dünyam değişti, güzelleşti” diyeceğim.

5 Kasım 2010 Cuma

Yine geldi

O küçük kız yine geldi. Karanlıkta oturuyordum. Ne yapmam gerektiğini bilmeden... İçimde kırılmış bir ruh vardı sanki. Bir yetişkin olarak makul mantıklı çözümler arıyordum. Veya aradığımı sanıyordum. İşte tam o anda geldi. Baktım ki odanın kapısından beliriverdi. Ayakları çıplaktı. Saçları dağılmış, oynamış yorulmuş terlemiş belli ki. Kısa, beyaz, fırfırlı bir elbisesi vardı. Kara kocaman gözleri dolu dolu, dudağı bükülmüş bir halde, çıplak ayakları parkede şıp şıp ses çıkararak geldi. 5-6 yaşlarında olmalıydı. Ben ne zaman böyle hissetsem çıkıp geliyor. Beni kendi derdimi düşünmekten alıkoyuyor. Çünkü üzgünken geliyor bana. Aynı oğlum gibi gelip kucağıma çıkıyor teklifsiz. Azıcık soğuk ayaklarını karnına çekip oturuyor dizlerime. Öyle tatlı ve masum ki, git diyemiyorum.

Evet, bu gece de geldi bana. Ağlamaklı… Yumuşacık siyah saçlarını okşadım. Elimin sıcaklığını hissedince daha bir sokuldu.

-     Ne oldu canım sana? Neden üzüldün bu akşam? diye sordum.
-    Ona kızdım… dedi.
-    Kime? dedim.
-    Ona, oyun oynuyorduk.
-    E ne güzel, oyun oynuyormuşsunuz? Ne oldu da bu kadar üzüldün?
-    Benim kurallarımla oynamıyor!!!

Hoppala… Hırsa bak… Oyun oynuyorsunuz yahu, kuralı olur mu çocuk oyununun? Kuralları hep değişir, günden güne, adım adım, her dakika… İçimden “kimse senin kurallarına göre oynamak zorunda değil. Hele bir büyü, o zaman anlarsın” demek geçti. Ama bu sorunu daha da büyütürdü.

-         Peki onun kuralları eğlenceli değil mi? diye sordum onun yerine.
-         Hayır değil.

Ne diyeceğimi bilemedim.

-         Ama arkadaşın seni seviyor. Bazı kurallara göre veya değil, seninle zaman geçirmekten hoşlanıyor ve o hala orada seni bekliyor.
-         Ama beni sevseydi benim kurallarıma göre oynamayı kabul ederdi.
-         Peki neymiş senin kuralların?

Küçük kız duraladı. Bu kez gerçekten ağlamaya başladı. Sakinleştireceğim yerde daha çok ürkütmüştüm onu. Belli ki kurallarını bilmiyordu, ya da ifade edememişti. Arkadaşı gider diye, oyun biter diye kurallarını söylememiş, sonra da neden uymuyor diye sinirlenmişti belki. Göğsüme bastırdım. Saçlarını okşadım. Sırtını okşadım. Ona bu dünyada olabileceği en güvenli yerin benim kucağım olduğunu fısıldadım. “Sarıl bana ve sadece seni ne kadar çok sevdiğimi hisset. Sen çok değerlisin, çok güzel bir şeysin, çok özelsin. Benim canımsın.Bir tanemsin.” dedim. Küçük kız bir süre daha ağlamaya devam etti. Sonra içini çeke çeke sustu ve kucağımda uyuyakaldı. Onu bir süre kollarımda dinlendirdim. Uyandığında kendini daha iyi hissediyordu. Ona hiçbir şey söylemem gerekmedi aslında. Sadece ona sevgi ve güven dolu bir kucak verdim o kadar. Toparlamıştı. Yüzü gene ışıldıyordu. Bana dedi ki

-Ben oyunuma geri dönüyorum. Akılma komik bir şey geldi… Hemen ona söyleyeceğim…

Sonra atlaya zıplaya gitti. O gidince kendi kendime kaldım gene. 

Ben hiç kurallarımı tanımlamış mıydım?

7 Ekim 2010 Perşembe

..........


Bu özlem dalga gibi geliyor kimi zaman. Boğazımda kalbimde toplanıyor. Gözüm doluyor. Gözümün önünde sen… Kokunu alır gibi oluyorum. Eline saçına dokunuyorum. Gülümsüyoruz karşılıklı, konuşuyoruz. Fazla değil ama… Bir iki kelime. Sen fazla konuşmayı hiç sevmedin. Bir iki kadeh rakı içtiğin akşamlar hariç. Sen beni yaratansın, şekil verensin, ufuk açansın, uçmam için güç verensin. Kızardım sana çocukken, çok kısıtlıyorsun beni diye. Şimdi anlıyorum kanatlarım güçlensin diyeymiş. Evde sunduğun zengin dünyanın değerini şimdi anlıyorum. Bütün hayatı anlatmışsın bize. Yeri gelince kaya gibi sert, yeri gelince sıcacık ve yumuşacık, mesafeli ama her zaman ilgili, hep kalbin ve gözün üstümüzde. Kendi hayat amacını ve tutkunu bulup gerçekleştirmiştin. “İnsan eğitmiştin”. İnsanlara hayatı öğretmiştin. Beni serbest bıraktığında, bugünlerdeki gibi uçabileceğimi tahmin bile edemezdim. Şimdiki huzurumun, sevecenliğimin, gücümün, dengemin mimarı sensin.

Özlemin geldi bağrıma oturdu gene. Ölüm beklemişti zaten uzun süre, bizim hayatlarımızı kurmamızı, mutlu olmamızı, seni anlamamızı, büyümemizi… Beklemedi daha fazla. Zamanında geldi. Bu yüzden içim rahat. Üzgün değilim. Ama şu özlemek olmasa… Ah şu özlem olmasa…

29 Temmuz 2010 Perşembe

Workaholic

Don' t think that when this song was famous, I was dancing or having fun. I was preparing quotations for months and months by listening it, I mean, I was working... Days and nights... It is puzzling to have a motivation out of this song. Was that because of me? Was that because of the rithm? I don' t know. Yes, I had the times when I was a workaholic, I remember...

I am getting older, my secret garden is developing... I guess, I slowly learn, each herb needs special and equal attention. Maybe because of this, I don' t want to miss anything in this life. I want to have enough time to taste anything... I want to do a lot, I want to create a lot... I guess the kid inside me is dancing like in this video...

Well, why do I stop then???

------
Bu şarkı meşhur olduğu günlerde danseder, eğlenirdim sanmayın. Bu şarkı eşliğinde hazırlıkları ayları bulan teklifler hazırlardım, çalışırdım yani. Geceler ve günler boyu... Bu şarkının çalışma motivasyonu veriyor olması biraz şaşırtıcı. Benden mi yoksa ritimden mi kaynaklanmıyor bilemedim. Benim de işkolik olduğum zamanlar oldu, evet, hatırlıyorum.

Yaş büyüyor, insanın gizli bahçesi genişliyor. Sanırım her bitkinin ayrı ilgi ve zaman istediğinin ayırdına varıyorum yavaştan. Bu yüzdendir belki hiç bir şeyi kaçırmak istemiyorum hayatta. Herşeyden tadacak zamanım olsun istiyorum. Çok şey yapmak istiyorum, çok şey üretmek, içimdeki çocuk sanırım bu klipteki gibi dansetmeye başladı.

E o zaman ne duruyorum???

Brooklyn Funk Essentials - Istanbul Twilight

We were on Istiklal Street yesterday. 5 kids and I... We ate in Bambi, walked. It was crowded, tooo much...

Istanbul is always beautiful...


Dün İstiklal caddesindeydik, 5 çocuk
 ve ben... Bambi' de yemek yedik, yürüdük, kalabalıktı. Hem de çok...

Istanbul her dem güzel...