4 Şubat 2010 Perşembe

Affettim, özgürüm...

Açık ofisler başkalarının enerjisinden de etkilenmeye açık. Bir ton konsantrasyon gereken işim varken sağdan soldan gelen konuşmaların telefon seslerinin arasında daralıyorum. İnsanca herhalde. Kimseye kızmadan üzmeden, daralınca bir mola için kantine gitmeye karar verdim bugün. Hava çok soğuktu. Dışarıya çıkınca serin bir nefes aldım. Bir an içerinin curcunasından ne kadar kaçmak istediğimi fark ettim. Kaçış… Bazen ihtiyaç duyuyoruz buna.

Birden zihnimde bir soru belirdi. “Şu anda görmekten en çok mutlu olacağın kişi kim olurdu?”. Zihnimdeki yüzler ve isimler silindi bir anda. Çok eski bir arkadaşım ön plana çıkıverdi. Hepimiz seviniriz eski dostları görünce. Ama bizim durumumuz farklıydı. Üniversite boyunca hep beraber olduğumuz, beraber ders çalıştığımız, beraber eğlendiğimiz beraber ağladığımız dönemler, iş hayatına atıldığımız ilk yıllarda bir garip iletişimsizlik yüzünden bitivermişti. Kendimi ifade edebilme, suçum ne diye sorabilme fırsatı bile verilmemişti bana. Arkadaşım bir anda hayatımdan yok olup gitmişti. Öyle bir bilmece bırakmıştı ki arkasında, bizim kardeşliğe yüz tutmuş arkadaşlığımız, tüm anılar sırtımda bir yüke dönüşmüştü. Günlerce, aylarca, yıllarca düşündüm. Birden bire beni hayatından çıkararak sırra kadem basan arkadaşıma ne yapmış olabilirdim? Sanırım en kötüsü sebebini bilemediğimiz, istemediğimiz şekilde sonlanan ilişkileri yaşamak. Bir süre sonra içimdeki hüzün, beni böyle endişeler ve suçlu hissetmeler içinde, kendimi ifade edebilme fırsatı bile verilmeden “aforoz” edilmek yüzünden kızgınlığa ve kırgınlığa dönüşmüştü.
Bana yapılmış büyük bir haksızlıktı benim gözümde. İdam mahkumuna bile sorarlardı son sözlerini. Bana hiç sormamıştı.

İtiraf ediyorum, bu kızgınlık ve kırgınlık içinde, günün –onunla ilgili olmayan- stresini bile atmak için saat 20:00 ile 20:15 arasını ona küfür etme saati olarak belirlemiştim bir dönem. Hoş değil, gurur duymuyorum, ama yaptım!

Rüyalarımda bile gördüm yıllar boyunca. Tema hep aynı idi tahmin edersiniz. O geliyor, benimle konuşmak istiyor, ben gidiyorum, onu dinlemiyorum, “seninle konuşacak hiçbir şeyim yok benim,” diyorum. O öylece bakakalıyor arkamdan.

Bir süre sonra onu hiç düşünmemeye başladım. “Her ne ise bu oldu işte. Artık hayatımdan tamamen çıktı. Ne iyi günümde ne kötü günümde artık yanımda değil. Olmayacak da.” Kabullendim. Bugüne kadar da hiç aklıma gelmemişti o arkadaşım.

Bir an onun adı “görmekten en çok mutlu olacağım kişi” olarak belirince zihnimde, duraladım. Evet, o gelseydi içimi sevinç kaplayacaktı. Ama öyle intikam duygusu ile falan değil. Gerçekten sevinecektim. Bunun tek anlamı olabilir diye düşündüm. “Ben onu derinden affetmişim artık.” Bu harika bir şeydi.

Affetmek kırgın olduğumuz kişi için değil, bizim için iyi bir şey. Affedildiğini bilse de bilmese de önemli değil. Affetmek yıllardır kalbinin bir köşesinde sakladığın ve bu duygu yüzünden başkalarına veremediğin o köşeyi temizlemek demek. Affetmek orayı ışıkla ve sevgiyle yeniden yıkamak demek. Gönlünü yeniden yapmak demek. Kendi içinden gelmezse zaten, başkası ne yaparsa yapsın temizlenmez ki bu yer.

Affetmek kendi hatalarını da görmek ve bunlar için kendini de derinden bağışlamak demek. Aslında galiba kendimizi affedince affedebiliyoruz başkasını da. Onu dinlemek lazım. İçindeki acıyı duymak anlamak lazım. Sana bu haksızlığı yapmasını gerektirecek sebepleri duyumsamak lazım. Ya da belki hiç biri lazım değil, sadece endişelenmeyi bırakmak lazım. Bu yüzden affetmek özgürlük veriyor insana. Güç veriyor. Artık onu sevgiye iyiliğe ışığa teslim ediyorsun. Bu yükü taşımayı bırakıyorsun, hafifliyorsun, özgürleşiyorsun.

Çok güzel bir egzersiz okumuştum. İnsanlara karşı öfke biriktirmemek, empati kurabilmek, affedebilmek için birebir. Karşındaki kişiyi 7 yaşında bir çocuk olarak hayal ediyorsun. O çocuğu alıp karşına konuşuyorsun. Deneyin, inanılmaz sonuçları var. Çünkü hepimiz bir zamanlar çocuktuk. O zamanlar içimiz dışımız birdi. Hesapsızca doğruları söylerdik. Karşında duran çocuk da doğruları söylüyor.Bu inanılmaz, ama gerçekten insanlar içindeki acıları, davranışlarının temel nedenlerini 7 yaşında bir çocuk gibi aktarıyorlar sana. Sadece sor ve cevabı içtenlikle dinle. Duyacakların inanılmaz olacak ve içinde inanılmaz değişimler yaratacak.

Eğer arkadaşım bir gün benim karşıma çıkarsa, boynuna atılacağımı sanmam, ama gene de içim sevinçle dolacak. Çünkü ne kadar da olsa bir dönem bana kendi davranışlarım üzerinde çok düşünme fırsatı yarattığı için ona minnettarım. Yaşamımdaki herkesin varlığına minnettar olduğum gibi.

2 yorum:

  1. çok ilginç, kendime bu soruyu ne zaman sorsam cevabı hep sen oluyorsun... :)ve seni görmüş kadar iyi oluveriyorum :)))))))))))))

    YanıtlaSil