13 Şubat 2010 Cumartesi

İz bırakan ve izi olmayanın öyküsü

“Insanoğlu’ nun yarattıkları muhteşem, hayran kalıyorum,” dedim. İnsan yaratıcılığının sınırsızlığı ve çok renkliliği içimde büyük bir heyecan yaratıyordu ve bunu onunla paylaşmak istemiştim. Ama onun yüzünden bir bulut geçti. Daraldı belli ki. Gözleri dalgınlaştı. Kibarlıktan ve sohbetin entellektüel seviyesini bozmak isteğinden “evet, gerçekten öyle” diye geçiştirdi. Aslında ben anlamıştım. Etrafındaki “uyumsuz, olumsuz, karanlık insanlar”ın gölgesi vurmuştu yüzüne. Konuşamadığı birçok şey gibi, suçlayan ve yakınan adamı da susturmuştu karşımda. Camdan dışarıya bakmaya başladı. Ona koyduğum entelektüel çıtayı geçecek gücü olmadığını düşünüyordu. Yetersizdi kendine göre. Anlamadığı alanlarda boy gösteriyordum. Kafası karışıktı. Zaten işleri başından aşkındı. Buraya Michelangelo’ nun heykellerini, Mevlana’ yı, Türkiyenin yakın tarihini, mitolojiyi tartışmaya mı gelmiştim? Ne diye çıkmıştım ki karşısına? Dar takvimlerde, koşturmacalarda ve sonucu belirsiz hırslarda yaşamaya programlanmıştı. Başka bir konuya hiç zamanı yoktu. Aslında zamansızlıktan çok yakınıyordu. Adeta sıkılmıştım her konuşmaya “çok yoğunum” diye başlamasından. Hayatımızı nasıl yaşadığımız kendi seçimimiz olduğu kadar, yaşadığımız hayatı nasıl algıladığımız da kendi seçimimizdi. Bir an bu sessizlikten çok sıkıldım.

Düşüncelerimin geldiği nokta kelimelerime dönüştü. “Senin seçimin” dedim. “Bu yoğunluk, bu tempo senin seçimin…” Daldığı yerden geri döndü. “Hayır, hep başkalarının yarattığı yoğunluk bunlar, plansız programsız insanların, zamanımı iyi yönetmeme engel olanların, bana çok yüklenen patronumun ve verdiğim işleri tamamlayamayan elemanlarımın suçu” Neden birden bu konuya girdiğimi anlayamadı aslında, sormadı da... Topa gelişine vurur gibi cevaplıyordu, çünkü hiçbir akışı yönlendiremeyecek kadar yorgun hissediyordu. Başkasının sohbeti kontrol etmesine de bozuluyordu. Suçluyordu herkesi, her şeyi. Benim onun hakkında ne kadar şey bildiğimi kestiremediği için konuşurken hep dikkatli olmaya çalışıyordu. Bir anda onunla ilgili bir gerçeği yüzüne vurabilirim diye çekiniyordu. Yoğunluğu ile ilgili yorumum da öyle idi. “Baksana, yoğunluğundan bu kadar çok yakınmanın belli bir anlamı var mı, yoksa bu bana yeterince zaman ayıramadığın için öne sürdüğün bir mazeret mi? Kimseyi, hiçbir düzeni suçlama. Şu koca evrende ne kadar önemsiz bir nokta olduğunu unutuyorsun. Kendini yokluğu ile çarkın dönüşüne zarar verecek bir dişli gibi görüyorsun. Sanki senin isteğin dışında yerleştirmişler seni o noktaya. Sanki sen olmazsan dünya duracak. Oysa böyle yaşamak senin seçimin. Yaşamı böyle görmek ise senin algın.”

Canını acıtmak istemiyordum aslında. Ama sıkılmıştım kurbanı oynamasından. Ne tepki vereceğini merak ediyordum direkt sözlerime. Son bir güç topladı. Seçim konusunda haklılığımı bildiği için, orada oyalanmadı. Sorunun öbür tarafına yöneldi. “Of, özür dilerim seni gerçekten aramak istedim” diyecek oldu. “Bak, beni arayıp aramamandan çok, senin içindeki suçluluk duygusu ile ilgileniyorum. Seninle iletişim kurmak için benim hiçbir teknolojik cihaza ihtiyacım yok. Eğer bana sürekli mazeret söylemek zorunda olduğunu düşünüyorsan, bu benimle ilgili değil, seninle ilgili bir sorun. Suçluluk duygusu… Hiç gereği olmadığı halde… Ben sana her eleştiri yönelttiğimde bu duyguya kapılmandan ve savunmaya geçmenden, savunamıyorsan da eleştiriyi olduğu gibi kabul ederek beni silahsızlandırmaya çalışmandan rahatsızım.”

Sessiz kaldı. Yetişkin bir insandı. Olumlu olumsuz birikimi vardı işte. Hayatı ve kendini algılayışı neredeyse kemikleşmişti. Değişmek, hatta değişme ihtiyacını hissetmek bile istemiyordu. Çocukluğunda ilgisiz kalmışlığını benimle konuşmak istemiyordu. Kendini ailesine ispatlamak için hayat boyu koşturmak zorunda kaldığını söylemek istemiyordu. İnsanca hatalarına sert cezalar ve tepkiler almıştı, yoksun bırakılmış biraz da uzaklaştırılmıştı. Benim kadar duyarlı olduğu için biliyorum, eminim, basit olaylar bile onda iz bırakmıştı. Bunları hatırlamak istemiyordu.

Bense hiç kimsenin hayatında “değiştirmek” için yer almıyordum. Bu yüzden onu öylece bıraktım. Herkes kendi kaderini önce çizer, sonra onu yaşardı. Ben kendimi ne onun kaderini değiştirmeye ne de paylaşmaya adamamıştım. Ben kendimi hiçbir şeye adamamıştım… Gelirdim, izimi bırakırdım giderdim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder