8 Şubat 2010 Pazartesi

Sevgili Eleştirmenim

Susmak bilmiyorsun. Sürekli konuşuyorsun. Beni yaptığım işlerden alıkoyuyorsun. Dırdır edip huzursuzluk çıkarıyorsun. Enerji alanımı yaralayıp beni aşağıya çekiyorsun. Tamam, eleştiri iyidir, dinlemek gerek ama bazen çok acımasız olmuyor musun? Haksızlık ettiğini düşünmüyor musun?

Beni “şanlı tarihim” den kopartıyorsun. Başardıklarımı, ilerlemelerimi, mutlu olduğum anları görmezden gelmeme neden oluyorsun. Yok öyleymişim, yok böyleymişim, yok düzelmezmişim, yok zamanımı boşa harcıyormuşum… Bir sus Allah aşkına! İş yapmaya çalışıyorum, odaklanmaya çalışıyorum, yaşama, işime, aileme, dostlarıma, kendi güzelliklerime. Bölüp durma beni.

Sinderella’ nın üvey annesi gibisin. Hem kendimi değersiz ve aşağı hissettiriyorsun, hem de bazen ümitlendiriyorsun, daha iyisi olabilirsin diye. Sonra sinsi bir strateji ile beni yeniden alaşağı ediyorsun. Saf saf sana inanıyorum, tuzağına düşüyorum. Yapmak istediklerimi engelliyorsun. Kafamı toplayamıyorum. Bu beni daha çok kızdırıyor.

Seni artık duymak istemiyorum. Yakamı bırak. Konuşmayı kes, yoksa ben susturacağım seni ebediyen.

Mükemmeliyetçiliğe zorladın beni bir dönem. Savaştım ve seni vazgeçirdim zorlamalarından. Artık yaptığım kadarı ile yetiniyor ve gurur duymayı başarıyorum. Biliyor musun? Migrenim bile senin yüzünden. Artık krize yakalanmalarım da azaldı. Bu davranışınla ne yapmak istiyorsun bilmiyorum, ama artık işe yaramıyor, bunu gör!

Sürekli kıyaslıyorsun beni başkaları ile. Anla artık, rekabet duygusu benim motivasyonum değil. Herkesin kendine has güçlü yönleri olduğunu, herkesin bu hayatta avantajı dezavantajı olduğunun farkındayım. Bunu takdir ediyorum. En iyi olmak zorunda değilim, bulunduğum yerde olmak ve olduğum yeri doldurmak zorundayım. Şu denemelerine son ver. İşe yaramayacak.

Şu, lisedeki tarih hocam gibisin. Hani ne yaparsam yapayım 10 alamadığım o sene… Üstelik matematiği, feni bile boşlamıştım bu yüzden. Hep daha iyisi olmamı destekleyecek kanıtlar sunuyorum sana, ama sen hep eksikler buluyorsun. Hiçbir şey bulamazsan, sanal bir sorun yaratıp onun içine çekiyorsun beni.

“Sağduyunum senin” falan deme bana. Sağduyulu davranmıyorsun. Ben korktukça, endişe krizlerine kapıldıkça, kendim gibi davranmadıkça sen orada gülüp duruyorsun. Kahkahalara boğuluyorsun. Çocukluğumda beni hep zor durumda bırakıp uğraştıran, sonra da karşıma geçip alay eden ağabeyim veya kuzenlerim gibisin. Bir gün vazgeçmedin bu huyundan. Ben senden vazgeçince mi anlayacaksın hatanı?

Bütün insanca davranışların hatalı olduğunu beynimize yerleştirmeye çalışan, tutucu toplumun sesisin sen. Yargılıyorsun, cezalandırılmam gerektiğini söylüyorsun. Ta ki ben kendimi cezalandırıncaya kadar da rahat etmiyorsun. Senin yüzünden nelerden vazgeçtim ben. Nelerden elimi çektim. Çok engelledin beni çok…

Şimdi bile sesini yükseltmeye, beni bastırmaya çalışıyorsun. “Sen benimle uğraşacağına, işlerine bak, aldı başını gitti her şey, sen daha oyalan”, diyorsun. Duyuyorum. Kes sesini. Çık kafamın içinden.

Ben de hayatım boyunca mazlumu oynamaktan sıkıldım senin karşında. Senin yüzünden uğradığım başarısızlıklara bahane olarak bile göstermeyeceğim seni. Olmuş bitmiş her şey. Artık senin varlığın ve söylediklerin yüzünden sızlanmak için kendime izin vermiyorum. Yoluma bakarım bundan sonra. Seni memnun etmek için bütün hayatımı değiştireceğimi sanma.

Dünya senin değer yargılarınla dönmüyor canım. Şu evrende bir ben mi uyumsuzum sence? O muhteşem uyumun parçası olduğumu görmüyor musun? Etrafıma yaydığım ışığı karartmaya çalışma. Sana rağmen parlatacağım onu. Sonunda kendi köşene çekilip benim istediğim, benim gerçeklerime uyduğun kadar ve gerçekten benim yararıma konuşacaksın. Şimdi konuş istediğin kadar. Kimse duymuyor seni. Sadece ben. Seni kimse destekleyemez. Beynimin içinde bir hapis hayatı yaşıyorsun. Kafesinde konuş, dur! Bense özgürüm ve dış dünya bana sonuna kadar açık. Hadi bakalım, el mi yaman bey mi yaman!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder